Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

ANASAYFA

 

En değerli varlık insan ise, sen bu değerin neresindesin?
Allah’ın ilahi kelamı yani ilim bilgisi, akla yansır veya doğar. Çünkü akıl gücü, yeteneği madde ve mana aleminin sırrına ulaştıran, sahip olduğu bilgi sayesinde yaratılmış olan mevcudatı kuşatan güçtür. Bundan ötürü insanın varlığı, alemdeki mevcudatın en değerlisidir.
 

Ancak insan sıfatını taşıyan her insan, değerlidir anlamına gelmez. Çünkü aklını olgunlaştıran, medeni erdemliğe kavuşan ve aklında kendi kendini aşmış insanlar değerlidir. Bu manevi değere sahip kişiler kamil, erdemli, olgun, medeni çağın insanı olarak tanımlanırlar. 

Alevi inancına göre aklın olgunluğu, Dört Kapı Kırk Makam mertebelerinde gerçekleştirilen evrimlerdir. Dolayısıyla Dört Kapı Kırk Makam öğretisi, olgunlaşma evreleri olduğundan ötürü akıl boyutunda sır perdeleridir. 

Kişinin özünde yani iç dünyasında bu perdeleri basamak basamak, derece derece aralıyarak Irfan-i öğretiyle ahlaklanarak manevi iç temizliğine kavuşmak ve ilim öğretisiyle ruhunu algunlaştırarak ilahi ilmin kudretine ermektir. 

Ilmin kudretine erişmenin yolu sorgulama, araştırma, okuma, muhabbetle mümkündür. Bunun mümkün olabilmesi için de gayret ve istek gerekir. 

Araştırmanın faydası sorulara güvenilir kaynaklardan çözüm yolları bulmaktır. 
Okumanın faydası, beynin gelişmesini ve güçlenmesini sağlar. Insanın darğacığını yani bilgi birikimini vs. sağlar.

Muhabbetin faydası, bir çok beynin kendi bilgi birikimlerini birbirleriyle paylaşarak eksikliklerin tamamlanmasıyla birlikte kelime darağacığı genişler ve güçlenir. 

Sonuç itibariyle insanı değerli varlık konumuna getiren, ilim irfan boyutunda manevi olgunluğa ulaşmış olmasıdır. Dolayısıyla insanların kendini kıyaslama kreteri, Dör Kapı Kırk Makam meretbeleridir. Yani insanlığın manevi vasıflarıdır. 
Aşk ile, kendini çağın medeni insan konumuna getiren yüreklere aşk olsun... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından, 
=Seyyid Hakkı=

Takdir Allah’a, sorumluluk insana aittir...
Insanın sorumlu tutulması, tamamen insanın iyiliğine ve çıkarınadır. Çünkü insan, kendi hür iradesini kullanarak yapacağı tüm işlerden sorumludur.
 

Örneğin El Enbiya Suresi, 23. Ayette; “O yani Allah, yaptığından sorumlu değildir. Onlar yani insanlar ise, sorumlu tutulacaklardır” buyurmaktadır.

Sorumluluk bilinci neden önemlidir? 
Yapılan işin yanlışı veya doğrusu, iyi veya kötüsü, velhasıl sonuç ne ise, o sonuçtan tamamen kendisinin sorumlu olduğunu kabullenmesidir. Çünkü iyi veya kötü sonuçların hepisi insanı bulmaz. Iyi veya kötü işlere yol açan kararları, kişi kendisi vermektedir. 

Kapıyı kitlemek, tedbirdir. Insanın bu tedbiri alması, rahat ve huzur içinde olmasını amaçlamaktadır. Görüldüğü gibi kapıyı kitlemek ve huzur içinde olmak kararını kişi kendisi vermektedir. 

Dolayısıyla insan, kendi tedbirini almalı ve takdiri de Allah’a bırakmalıdır. Tıpkı yediğimiz yemeğin hesabını ödediğimiz gibi.  

Bu bilince varmak ve tedbiri almak, aklın olgunluğuna bağlıdır. Ancak bir de gördükleriyle yetinen insanlar da vardır. Aklın gücüyle alınan tedbir ve birilerini yaptığını tekrarlıyarak alınan tedbir bir değildir. Takdir edilen tedbir, aklın gücüyle alınmış tedbirdir. 

Bundan ötürüdür ki, insanlar için aklın olgunluğu önemlidir. Önemli olduğu için de aklın olgunluğu için okumak, soruşturmak, sorgulamak gerekir. 

Sonuç itibariyle tedbir almak ve sorumluluğunu yerine getirmek, her bir insanoğlundan beklemek mümkün değildir. Çünkü olgunlaşmamış bir aklın, sorumlu veya tedbirli davranmasını gerektiren yeteneğe sahip değildir.bu yeteneğe sahip olmak için de, eğitim şarttır. 
Aşk ile, kendini eğitebilene aşk olsun.  

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından, 
=Seyyid Hakkı=

Kötüler kötülük yapmaktan bıkmıyorsa, iyiler iyilik yapmaktan neden bıksınlar...
Hatı zatında kötülük ve iyilik, bir dengedir. Bir insanı düşünelim. Dengeyi sağlıyamadığı zaman ne olur? yere düşer.

O zaman denge, neden ve nasıl bozulur?
Vücudun denge siseminde yanlış veya doğru uyarıların gelmesi ve bazen de doğru uyarıların yanlış algılanmasından kaynaklanan dengesizlik halidir. 

Diğer bir deyimle beyin veya beyine giden denge ile ilgili sinirlerin hasarlanması veya bu sinirlerin beyine yanlış uyarılar iletmesi sonucunda dengesizlik oluşur. 

Işte iyilik ve kötlük sistemindeki denge de bu şekilde işlenmektedir. Kötüler kötülük yaptıklarında eğer iyiler iyilik yapmazlarsa o zaman iyilik ile kötülük dengesi bozulur.  

Bazı örnekler vermek gerekirse...
Bir tarafta doğanın yeşillenmesi, denizlerin korunup mavi kalması için gayret gösteren iyi insanlar, diğer tarafta doğa harikası ve deniz manzaralı ormana yapacağı hotel için ormanları yakanlar vardır. Buna benzer sayısızca örnekler vermek mümkündür. 

O zaman insanı, iyi veya kötü yapan etken nedir?
Hatı zatında kötü veya iyi insan, ana rahminde belirlenmediği gibi masum doğar. Ancak insanlar, yaşadıkları ortam ve nefsin durumuna göre kendi tercihlerini yaparlar. Bu tercihin yapılmasında, aklın ham ve olgunluğunun büyük rolü vardır. 

Olgun, erdemleşmiş bir akıl insani değerlere sahip çıkmayı, kutsal inançları uğruna faydalı olmayı bir insanlık vazifesi olduğu bilincine sahip iken olgunlaşmamış, erdemleşmemiş bir akıl yani kötü insanlar ise zengin olmak, şan şöhret olmak, rahatları için tüm insani değerleri kendi nefsleri için kullanırlar.  

Diğer bir deyimle insanlık ve kutsal inanç değerleri umurlarında değildir. Çünkü kötü insanlar, akıllarıyla değil his ve duygularıyla hareket ederler.  

Sonuç itibariyle iyi insanlar nefsini tüm güzel manevi değerlere kurban ederken ve kötü insanlar ise, tüm bu güzel manevi değerleri kendi nefsine kurban ederler. Umudumuz, iyiler ile kötülerin dünyasında, hep iyiler kazansın ki dünya hep yeşil ve mavi kalsın.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Bir kırıntı, bir ekmeğin bütünüdür... 
Asıl nankörlük, kırıntıların kıymetini bilmemek ve şükretmemektir. Çünkü kırıntılar olmasa, etmeğin bütünü olmaz. Dolayısıyla önce kırıntılara şükretmek gerekir.  

Kendi vücudumuzu düşünelim. Acaba bizim vücudumuz kaç uzuvdan yani kırıntılardan meydana gelmiştir? Bu noktayı çözdüğümüzde veya anladığımızda o zaman kırıntıların kıymeti anlaşılır. 

Bir ekmek, nasıl meydana gelir veya bir ekmek, kaç kırıntıdan meydana gelri? Ona bakalım...
Buğday kırıntıları yani tohum tarlaya ekilir buğday olur, buğday belli aşamlardan geçerek hazırlanıp öğütülür, öğütülen buğday taneleri yani kırıntıları un olur, un kırıntıları hamur olur, hamur haline gelmiş un kırıntıları ateşte pişip ekmek olur. Görüldüğü gibi kırıntılar olmasa, tam ekmek olmaz.  

Demek ki ekmek, tek bir maddeden ibaret değildir. Tıpkı sayısızca uzuvların bir araya gelip bir vücüdu meydana getirdiği gibi.  

Allah’ın, adaletine ve hikmetine bakar mısınız? Sayısızca kırıntılar bir ekmeği ve sayısızca uzuvlar birlenip bir vücudu meydana getirmiştir.  

Buradaki adalet, çokluğun birlenmesi ve birlenip bir olmasıdır. Tıpkı insanların, cemevinde bir araya gelip ibadette gönülleri birlemesi gibidir. Sonuçte esas olan birliktir, beraberliktir, paylaşmaktır ve sahiplenip birlenmektir. 

Dolayısıyla önce kırıntıların kıymetini bilmek gerekir. Kırıntıların kıymeti bilindiği zaman tam ekmeğin kıymeti zaten bilinmiş olacaktır.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=

Insanın beraberinde götürdüğü, yaptığı iyilik ve kötülükleridir...
Bunlar da, onun ateş ile odunudur. 
 

Mahşer gününde, Hakk’ın terazisinde tartılacak olan kişinin yapmış olduğu iyilik ile kötülüklerdir. O zaman insanlar, yapmış olduğu iyilik ve kötülükleriyle yargılanacaklardır. 

Yapılan iliğin mükafatı, Allah’ın katında sabır ve insanların katında ise, saygınlıktır. Her iki taraftan alınan mükafatın karşılığı, yine iyiliktir.  

Konuyla ilgili Pir Hünkar şöyle buyurmuştur...
Benim üç güzel dostum vardır.

Biri evde kalır,

Biri yolda kalır ve

Biri de benimle gelir.
 

Evde kalan ailemdir,
Yolda kalan dostlarımdır ve

Benimle gelen iyiliklerimdir.
 

Peki iyilik nedir?
Karşılık beklemeden insanlara, doğaya veya tüm nesnelere karşı kendi sorumluluğunu yerine getirmesitir. Her nesneye göre onların, doğrudan veya dolaylı olarak ihtiyaçlarını karşılamaktır.
 

Dolayısıyla yararlı ve faydalı olmak, bir insani davranıştır. Toplumların başarılı olabilmeleri için, sıkca başvurdukları bir yöntemdir. 

Kötülük yapanlar ise, ne Allah ve nede insanlar tarafından mükafatlandırılırlar. Nefsin bataklığında, çırpınıp dururlar.  

Nefsin bataklığı nedir?
Nefs veya nefsi emmareler, insandaki arzu ve isteklerdir. Iyi ve kötü olmak üzere iki türlü nefs vardır. Bunlar, iyi ve kötü arzulardır.
 

Kötü nefs sadece kendini düşünür, kendini görür, kendisi için yaşar, kendi dışında hiç bir varlığı düşünmemek gibi durumlar söz konusudur. Örneklersek paylaşmamak, yardımcı olmamak, yardım elini uzatmamak, kıskançlık, çekememezlik, doyumsuzluk, cimrilik gibi etkenler söz konusudur. 

Iyi nefs birlikte yaşadığı düğer insanları, varlıkları, yaratıkları da düşünmektir. Yani bir lokmayı kırka bölmektir. Paylaşmak, yardımcı olmak, yardım elini uzatmak, mağdur insanların halinden anlamak, enpati yapmak, diğer insanların mal mülk varlığına sevinmek, kötü gün dostu olmak, yardım gereken yere yardımını esirgememek, vs. Yani kendi imkanları doğrultusunda, elinde geleni arkasına koymamaktır.  

Sonuç itibariyle iyilik yapan insanlar, yaptıkları iyiliğin karşılığında yine iyilik bulacaklardır. Söz konusu olan ateş ile odun, mecazi anlamda söylenmiştir.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu...
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=



Hırıstiyanlarda, günah çıkarmak ile Alevilikteki özünü dara çekmek aynı mıdır?
Hırıstiyanlardaki günah çıkarma tamamen kişinin kendi iradesine bağlıdır.
Çünkü kişiyi zorunlu kılacak hiç bir sebep yoktur. Tamamen kişinin kendi arzu ve isteğine bağlıdır. 

Peki neden günah çıkarma gereği duyulmaktadır?
Kişinin bilerek veya bilmiyerek güncel eylemlerinde işlemiş olduğu yanlışlarını veya günahlarını Hakk meydanında, Papazın huzurunda itiraf etmek ve Allah’tan bağışlanmasını dilemektir. 

Diğer bir deyimle kişinin, günahlarının bağışlanmasını dilemek ve tövbe etmesidir. Bu durum, tamamen kişinin kendi iradesinden ve iyi niyetinden kaynaklanmaktadır.  

Ancak Alevilikte özünü dara çekmek, verilen ikrardan ötürü zorunludur. Ikrar veren kişinin, sürekli kendi özünü yoklaması kendi isteği veya arzusuyla alaklı değildir. Çünkü vermiş olduğu ikrardan ötürü, yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Tabii ki Alevi inancında, rızalık ilkesi esastır.  

Sonuç itibariyle anlaşılacağı gibi Hıristiyanlardaki rızalık ile Alevilerdeki rızalık algısı, bir değildir. Hıristiyanlarda, özünü dara çekmediği zaman düşkün ilan etme zorunluluğu yoktur. Ancak Alevi inancında, işlenen suçtan ötürü özünü dara çekip tövbe etmediği zaman düşkün edilir. 

Işte Hakk meydanında, yerine getirilen erkanın amacı kişileri hatalarından, yanlışlarından arındırarak tekrardan topluma faydalı insan olma haline getirmektir. Buna, “Özünü Dar‘a çekmek” denir.  

Bir nokta da, hasas ve duruşlu olmak gerekir. Madem ki her koyun kendi bacağından asılıyorsa o zaman başkalarına bakarak yaşamak doğru olmaz. Birileri yanlış yapıyorsa, sorumsuz davranıyorsa, zararlıysa, kişiliksiz ise, ahlaksız ise, vs. bu demek değildir ki biz de onlar gibi olmalıyız.  

Madem ki insanız, madem ki kainattaki mevcudata karşı sorumluluğumuz vardır, madem ki erdemli-olgun-medeni-çağın insanı olmak istiyoruz o zaman aklımızla hareket ederek, kendi hal ve davranışlarımızı dizginlememiz gerekir. Bunun için de özümüzü, sıkca Dar‘a çekerek Arı, duru ve paklanmalıyız.  

Dolayısıyla özünü dara çekmek mazlumluğu, arınmışlığı, paklanmışlığı, manevi huzura ermişliği temsil eder.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


Hakk kelamı, dostlara muhabbet olsun... 
Söz konusu olan, dostlarımızın kendi aralarında yapmış olduğu muhabbetin konusudur.
Çünkü muhabbet, dostça yapılan konuşmadır. Hakk kelamıyla yani ilmiyle, gönlün gönüle yakınlaşması, akması ve meyletmesidir.  

Dostların muhabbeti, geyik muhabbeti değil ilim muhabbetidir.

Geyik muhabbeti, beşer insanların muhabbetidir. Ancak Hakk kelamı yani ilim muhabbeti ise, Erenlerin muhabbetidir. 

Gönüllerin birbirine karşı duydukları sevgi, aşk, konuşmak, değerlendirmek, ders çıkarmak, öğrenmek, dialog içinde olmak, cem tutmak, bilgi, görgü paylaşmak, bilinçlenmek, ilmi muhabbetile zamanı değerlendirmektir.  

Muhabbet meclisinde söz, hem örs hem de çekiç olur. Aklın ve gönlün dolu dizgin konuştuğu, döne döne boşalıp dolduğu yerdir. Muhabbet, erkek ile dişinin sorulmadığı ve Erenlerin ilim ocağında pişip olgunlaşmaktır.  

Muhabbeti anlatmak gerekirse, Yol ulularımızın ve Erenlerimizin beyanlarıyla yola çıkmak gerekir. Bu yol, insanı muhabbetin özüne ulaştırır. Çünkü muhabbet olgunluğun nişanıdır. Dolayısıyla Nebilerin, Velilerin, Ariflerin, Kamillerin ve Erenlerin işidir.

Beden gıdasını almayınca öleceği gibi, ruh da gıdasını almazsa ölür. Beden topraktan yaratıldığı için, gıdasını topraktan alır. Ruh ise, Allah’ın topraktan yaratmış olduğu bedene, kendi ilahi nurundan bağışlamış olduğu can veren, hayat sağlayan kutsal unsurdur. Sonuçta Ruh unsurunun gıdası da sevgidir, okumaktır, ilimdir ve ilmi muhabbettir. 

Dolayısıyla Hakk’ın kelamıyla yaplan muhabbetler insanı erdemliğe, olgunluğa ve kemalete ulaştırır. Her dem için, muhabbetler daim olsun.
Aşk ile, gerçeğin demine Huu... 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı


Çiçekleri koparıp insanlara getireceğinize, insanları çiçeklere götürün...
Insanoğlu, doğası gereği güzel ve değerli ne varsa elinin altında olmasını ister.
 

Kırılan bir kalbi, çiçekle onarmanın sırrı nedir?
Burada bir manipülasyon söz konusu olabilir mi? Yoksa asıl olan bir tohumda saklı olan kainatı mı görüyor veya his ediyor muyuz? Bizce insanı mest eden, çiçekte görülen alemin kendisidir.
 

O zaman gönül rahatlığıyla şunu diyebiliriz. Bir çiçeği koparıp eve getirdiğimizde, sadece kainatın bir küçücük parçasını getirmiş oluyoruz. Oysa ki doğaya gidildiği zaman kainatı tümünü yaşamış oluyoruz. Demek ki tümünü görmekle, tümünün bir noktasını görmek elbette bir değildir. 

Oysa ki doğaya gidildiği zaman renga renk çiçekleri görmüş, koklamış, okşamış, onlardan pozitif enerji almış, ruh halimize iyilik yapmış ve stresi azaltmış oluyoruz. Bunca manevi değerleri, yaşam kaynağını hiç bir karşılık beklemeden veren doğadır. 

Dolayısıyla düşünme yetisine sahip olan insanoğlu, tabii ki kendisine bunca manevi değerleri bağışlayan doğaya sahip çıkması ve onu her yönüyle koruması gerekir. Çünkü mesele, birbirini sahiplenme ve koruma meselesidir.  

Doğaya sevgiyle, saygıyla, kusur işlemeden, kırmadan ve dökmeden gidilmelidir. Çünkü doğa kendi yeteneğini, fedakarlığını, şefkatlığını, merhametliğini, vs. kırmadan ve dökmeden vermektedir. O zaman insanlar da bu nazik yaklaşıma aynı duygularla yaklaşmalıdır.  

Doğa sağlıklı, huzurlu olduğu müdetçe, onun bağrında yaşıyanlar da huzur içinde sağlıklı yaşıyabilirler. Bunun içinde sadece kendimizi değil bizden sorasını ve daha sonrasını düşünerek doğaya gereken hassasiyeti göstermek ve sorumluluğumuzun bilincinde olmamız gerekir.
Aşk ile, doğa muhabbetiyle kalın...
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


Hiç bir şeyin sahibi değiliz. Sadece bir emanetçiyiz...
Bir insan yaşamı boyunca mal mülk sahibi olmak, herkesten daha zengin olmak gayretinde, malını mülkünü kaybetme gibi telaş ve korkunun içinde olmuştur. Ancak işin gerçeği odur ki insanların, sahip olduğu veya elde ettiği hiç bir şeyin sahibi değildir. Çünkü insanoğlu, bu Dünyada sadece emanetçi ve kiracıdır.
 

Dolayısıyla bilinen bir gerçek vardır ki o da, insanoğlu hakikat alemine göçtüğünde hiç bir şey beraberinde götürememektedir. Kazandığı mal mülk ise, bir başkasına emanet edilmektedir. 

Ancak insanoğlu, sorumluluğu gereği emanetlere sahip çıkması ve iyi bir kiracı olmasıdır. Hal böyle olunca insanoğlu, variyetini kaybetme korkusuna kapılması anlamsızdır.  

Kimseye muhtaç olmamak için ihtiyacı kadar çalışanlar, sosyal dayanışma içinde olanlar, adaletli davranmakla birlikte adaletin terazisini bozmayanlar, kul hakkına saygılı davrananlar, vs. huzurlu, mutlu ve hayatın manasına ermiş insanlardır.  

Önemli olan hayatın amacına, manasına, anlamına varmaktır…
Yaşamın amacı, sadece middeyi doldurmak için monoton bir hayat yaşamak olmamalıdır. Insannın kendi farkına varabilmesi, kendini bulabilmesi, kendi kendinde bir yolculuk yapması gerekir. Bu yolculuk, aklın olgunluğuna bağlıdır. Çünkü insanın kendi bedenini gezdirebilmesi, adam gibi adam olabilmesi aklın kemaletine bağlıdır.
 

Dolayısıyla bedenin gıdası nimmetler ve aklın gıdası ilimle olduğuna göre, aklın ham ervahlıktan kurtulup erdemliğe, olgunluğa ve kemalete erişmesi ilimle mümkündür. Ilim okumaktır, okuduğunu doğru algılamaktır ve doğru algıladığımız bilgilerin yaşaması için de insanlarla paylaşmaktır. O zaman bilgi, paylaşıldıkça bilgi olur.  

Hayatın anlamı ise, mumu mumla yakmaktır. Yakılan mumların etrafını aydınlatmasıdır. Bu aydınlık, ilim ışığıdır. Diğer bir deyimle bir aklın diğer bir aklın piri olmasıdır. Çünkü Pir makamı, irşad yani eğitme makamıdır.  

Sonuç itibariyle çağın medeni insanı olmak ve hayatın manasına varabilmek için, yargılayıcı değil sorgulayıcı olmak gerekir. Sogulamak sınırların ötesini keşfetmektir, hatalardan ders çıkarmaktır, eksiğini tamamlamaktır, dünya görüş açısını genişletmektir. Yani başka insanları değiştirebilmek için, önce kendimizi değiştirmeliyiz.
Ilim muhabbetiyle kalın…
 

Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


Kapı eşiği, zahir ile batın aleminin sır perdesidir... 
Hz.Muhammed Mustafa, “Ben ilmin şehriyim ve Ali kapısıdır” buyurmuştur. 
Bu hadisten de anlaşılacağı gibi, ilim şehri, Hz.Muhammed Mustafa‘dır. Ilim şehrinin kapısı ise, Şahı Merdan Ali’dir. Yani Sırat-el Mustakim, doğru yoldur.
 

Kapıya secde eyvallah’tır, teslimiyettir. Buradaki maksat ilim şehrine, Şahı Merdan Ali’nin kapısından girip, Hz.Muhammed Mustafa‘nın irfanına ve Şahı Merdan Ali’nin ilim feyzine, faziletine erişmektir. 

Eşik, Hakk ile hakikate erişmenin sır perdesidir. Diğer bir deyimle, Allah ile insan arasındaki köprüdür. Aynı zamanda arınma yani nefsi terbiye ederek turap olma durağıdır.  

Örneğin bir odadan diğer bir odaya veya bir alemden diğer bir aleme geçiş yapmanın yolu, kapıyı açacak anahtara sahip olmaktır. Buradaki anahtar, aklın algı gücüdür. 

Eşik, aynı zamanda turablık kapısıdır. Nefse hakim olmadan, turab olmak ve turab olmadan,  Allah’a yakınlaşmak mümkün değildir.  

Çünkü nefs, insanı doyumsuz kılan dünyevi zevklerdir. Nefsi emareler, maneviyatı yok edip yerini maddeyle doldurmak veya tatmin ettmektir. Yani içsel kirlenmedir. 

Turablık, maddeyi yok eder ve onun yerine maneviyatı koyar. Yani içsel arınma veya temizliktir. Allah’a ulaşmak ise, aklın olgunluğu sonucu nefsi emarelere hakim olma noktasıdır. Işte bu nokta, sır perdesinin yani erişmenin önündeki engelin ortadan kalkmasıdır. 

Sonuçta eşik, ham ervahlıktan kurtulmak için ilim irfanla Kamil-i Insan ve oradan da sırrı hakikat makamında Hakk ile beraber olmasına vesiledir.  

Işte Alevilerin eşik ile kapıyı, özellikle bir türbenin, bir cemevinin eşik ve kapısını her Allah Muhammed Ali diyerek niyaz olmaları bu bilince, “Her mülkün sahibinin Allah Muhammed Ali olduğu” bilincine sahip olduklarını gösterir. 

Kutsal mekanların ve hatta evin kapısına varınca şöyle dua edilebilinir…
Bismişah, Allah, Allah! 
Dergah eşiğine, ben canımı ve başımı koydum.
Bu eşikten, benim niyazım budur.
Lütfedip bu fakiri, görüp gözet ki, delalette kalmayayım.
O dosta, O yüce yaradana benim eyvallahım ve teslimiyetim vardır.

Eşiğe, niyaz ettikten sora kalkıp eşiğin üzerine basmadan içeri girilir. Içeri girerken kapının sağından, solundan ve üst eşikten elle niyaz alınır.
Aşk ile, Erenlerin demine Huu...
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


Dar, ölmeden evvel ölmek ve akıl ile nefsin yoklanmasıdır…  
Dar, Hakk meydanında, Mürşid-Pir huzurunda kıyamda durup, özünü dara çekmektir. Manevi anlamda ruhen arınmak ve yeniden doğmaktır.
 

Dar, kelime manası; Ayağa kalkma, ayakta durmaktır. Yani kıyamla Hakk’ın huzuruna durmaktır. Inanç boyutunda ise maneviyette ölümden sonra, yeniden dirilip ayağa kalkmak, özünü kötülüklerden arındırmaktır.   

Dar, kişinin özünü bir bütün olarak kötü algı ve alışkanlıklardan arındırıp hiçlik makamına varmasıdır. Buradaki hiçlik, ölmeden evvel ölmektir. Çünkü ölmeden evvel ölmenin temel ilkesi, ikiliği ortadan kaldırmak ve ruhen huzura ermektir. Diğer bir deyimle ayarı bozulmuş terazinin, ayarını düzeltmektir.   

Dar, ikrar hanesinin süpürgesidir. Görevi ise, haneyi sürekli temiz tutmaktır.
Dolayısıyla insanın, kendi kendini gözetleyen önemli bir noktası vardır ve o nokta da ikrardır.
 

Ikrar, sorumluluktur. Sorumluluk bilincine varılmadan, özünü dara çekmek mümkün değildir. Demek ki sorumluluk binasının kapısını açan anahtar, ikrardır. 

Aklını aklamayan ve özünü yoklamayanlar, ölmeden evvel öldüm diyemezler. 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


Alevilik akıl, aklın zekası ve zekanın üstün algısıdır...
Şahı Merdan Ali’nin buyurduğu gibi “Dinle bağdaşmayan bir akıl akıl değildir, akılla bağdaşmayan bir din din değildir.”
 

Akıl düşünme, kavrama ve anlama yani manasına varma yetisidir.
Dolayısıyla manasına varmak için düşünmeden kavramak ve kavramdan da anlamak mümkün değildir.
 

Düşünmek, kavramak ve anlamak, akıl algısının ürünüdür. Akıl algısının güçlenmesi, aklın gıdasına bağlıdır. Aklın gıdası okumak, tecrübe edinmek ve ilmi muhabbetlerle bilgi sahibi olmaktır.  

Doğruyla yanlışı, akla karayı, vs. birbirinden ayırmak aklın zeka ve algısıyla mümkündür. Çünkü akıl ışıktır, bilgisizliğin karanlığını aydınlatır ve yol gösterir.  

Aklın zekası sayesinde düşünce yürütülür, konuşulur, analiz yapılır ve belli bir sonuca varılır. Varılan sonuç kişinin kendini bulmasında, karar vermesinde, insanlığa hizmet etmesinde ve hedefe varmasında önemli bir etgendir.  

Dolayısıyla Evrensel olan alevi inancı insana, insanlığa hizmet eden bir inançtır, yaşamın yol ve yordamıdır. Alevi inancında önemli olan rengimiz, şeklimiz, cemalimiz değildir. Ne kadar hoşgörülü, ne kadar merhametli, ne kadar yardım sever, ne kadar duyarlı ve kısacası ne kadar insan olduğumuzdur. Sadece insanlara insan gibi bakmak ve insan olduğumuzu unutmamakdır.  

Çünkü Alevi inancının temeli, sevgi ve evrenseldir; Dil, din, ırk ayrımı yapmadan bütün insanları kucaklar. Dinin kimliği olmadığı gibi, bütün insanların manevi ahlak anayasasıdır. 

Dolayısıyla Alevilik Şahı Merdan Ali’nin adeletinden ayrılmayan, Temelinde insan sevgisi bulunan, her dine, inanca, mezhebe saygı duyan ve hoş görüyle bakan, Dil, din, ırk, renk farkı gözetmeyen, Eline Diline Beline sahip olma ilkelerini şart koşan ve bunu musahiplik kurumu ile gerçekleştiren, gelmek isteyen inançlı insanları çatısı altına alarak manevi ihtiyaçlarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yarğılamalarını sağlayan, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan Evrensel inanç sistemidir. 

Şeriatın bağnaz kurallarına bağlı olmayan ve onu red eden, Islam dinini kendine göre, Sünni ve Şii inancının dışında yorumlayan; Aslı doğruluk, kemali dostluk, cevheri merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, Meyvesi sevgi hamuruyla yoğrulmuş , Insan-i Kamil yani erdemli insan yaratmayı öngören, Korkuyu aşıp sevgiyle Allah’a yönelen, Enel Hakk ile insanın özünde tanrıyı gören, Yaradan ile yaradılan ikiliğinden Varlık birliğine yani Vahdet-i vucut’a varan, Ahlaklığı yaşamının temeline koyan, insanı yücelten, Hamurunda, hem ilahiliğin hem de irfaniliğin mayası bulunan, Kişinin ahlak ve karekterli yaşam ilkelerini belirleyen, Dini, biçim ve şekil olarak değil, inanç olarak algılayan, Dini, bağımsız bir irade gücü ve batıni özelliğiyle evrimleştiren, Akıl ile mantık bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi’nden alınan ilhamla yürüten Canların Evrensel inanç sistemidir. 

Alevi inancında, hayatın amacı; Insanın ham ervahlıktan çıkarak Insan-i Kamil olup, tekrardan öze masumiyet sıfatında geri dönmek olarak tanımlar. 
Allah eyvallah, yolun demine Huu...
 

Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=


 

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...