Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. Seyyid Hakkı, 1965 Dersim doğumlu ve Ehli Beyt yazarı, Seyyid Seyfettin Ocağı evlatlarındandır. Aşk ile Canlar...
Seyyid Hakkı
Seyyid Seyfeddin Ocağı

Alevi Dosyası 2

Alevi Dosyası -2-
Tam demokratik ve laik bir ülke olduğunuz zaman Alevilerin özelde istedikleri hepsi zaten sağlanmış olur.

08.10.2007

 

Hubyar Sultan Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu

Ali Kenanoğlu kimdir?

1970 yılında  Tokat’ın Almus İlçesine bağlı Hubyar köyünde doğdu. İlkokulu Hubyar Köyü’nde,  orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Anadolu Üniversitesi-Eskişehir İktisat Bölümünü bitirdi. 1997-2002 yılları arasında İstanbul Ok Meydanı Cem Evi’nde yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterlik yaptı. Bir dönem merkezi Ankara’da bulunan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın  2. Başkanlığı ve aynı Vakfın İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyeliği ve genel sekreterliği görevlerinde bulundu. 2002 yılında kurulan Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu’nda (Türkiye-ABF) Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği ve 2. Başkan oldu.

2002 yılında kurulan Hubyar Sultan Derneği’nin halen başkanlığını yürüten Ali Kenanoğlu’nun yazar İsmail Onarlı ile birlikte yayınladıkları “ Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri” isimli bir araştırma kitabı bulunuyor. Muhasebe ve finansman yöneticiliği yapan Ali Kenanoğlu evli ve iki çocuk babası.

“Bunun adı devlet eliyle asimilasyon”

“Biz Aleviler tüm inançlara saygılıyız, Sünni kardeşlerimizin inançlarına da saygılıyız. Ama asimilasyon denince ilk aklımıza Sünnileştirme geliyor. Hepimizin ibadethanesi camidir deniyor. Camiye karşı değiliz, cami Sünni kardeşlerimizin ibadet yeri, ama biz Aleviyiz ve ibadet yerimiz cem evleridir. Devletin insanlara bir dinin gereğini ezberletme görevi ve sorumluluğu olamaz. Bunun adı devlet eliyle Alevileri asimile etmektir”

Kamuoyu Ali Kenanoğlu’nu Alevi derneklerindeki çalışmalarıyla değil,  en çok zorunlu din derslerine karşı  açtığı ve kazandığı dava ile tanıdı. Halen din derslerinin zorunlu olduğu Türkiye’de çocuğunu din derslerine göndermeyen tek insan. Ali Kenanoğlu, Irak ve Filistin olaylarına sessiz kalan NATO liderlerine semah dönmeyi reddeden Hubyar Sultan Derneği’nin başkanı.  2004 yılında İstanbul’da yapılan NATO Toplantısında semah dönmeleri için kendilerine gönderilen davetiyeyi kabul etmeyen Ali Kenanoğlu’nun  “ Savaş varken semah olmaz” sözleri 31 Mayıs 2004 tarihli Milliyet gazetesinin manşetinde yer almıştı. Ali Kenanoğlu cenazelerini halen yatak ve döşekle gömen Alevi köyleri olduğunu, Türkmen geleneğinin sürdürüldüğünü söylüyor. Ali Kenanoğlu ile -kimin haklı kimin haksız olduğu bir yana- Alevi-Bektaşi Toplumu içinde bilinen, mahkemeye kadar giden ve Türk basınında da yer alan Hubyar Sorunu’nu konuştuk. Sorularımıza açıklıkla yanıt vermekten kaçınmayan ve ilgi ile izleyeceğinizi umduğumuz söyleşimizde, Alevi Toplumu içerisinde inanç hizmetlerini veren bir kadın inanç önderi Anşa Bacı’yı da bulacaksınız.

Çocuğu zorunlu din derslerine girmeyen Türkiye’de ilk kişisiniz.

Bu süreci anlatır mısınız?

Ortaokul birinci sınıfta iken din dersleri zorunlu değil, seçmeli idi. 12 Eylül Askeri Darbesi yeni gelmişti, ben kendi tercihimle 1981 yılında din dersi almıyordum. Din dersi almayan iki kişiden biriydim, hiç unutmuyorum arkadaşımın ismi de Ecevit’ti Malatyalıydı. 1982 Anayasası ile din dersleri zorunlu hale getirince din dersi almaya başladım. Ortaokul 3 ve lise birinci sınıfta derslerinde etkisiyle iyi bir Sünni olmuştum. Yani o yaşta asimilasyondan etkilenmiştim bunun sebebi de din dersleriydi. Lise son sınıfa geldiğimde okuduğum kitaplarında etkisiyle durum değişti ve ben kendime geldim. Çocuğumun asimile edilmesine engel olmak için, oğlumun 4. Sınıfa geldiğinde, kayıt yenilenmesini yapar yapmaz valiliğe dilekçe vererek çocuğumun zorunlu din derslerinden muaf tutulmasını istedim. Talebime cevap verilmedi. Yasa gereğince talebime 60 gün içinde cevap verilmiyorsa, reddedilmiş anlamına geliyor. Ve arkasından İstanbul bölge idare mahkemesine dava açtım. Ve çocuğumun zorunlu din dersinden muaf tutulmasını isteyerek, önce yürütmeyi durdurma talebinde bulundum. Üç ay sona talebim doğrultusunda “Aile haklıdır” diye yürütmeyi durdurma kararı verildi ve çocuğum din derslerinden muaf tutuldu. Üst mahkeme valiliğin talebini kabul ederek, yürütmeyi durdurmayı kaldırdı ve benim çocuğum bir ay sonra yeniden din derslerine girmeye başladı. Çocuğum 5. sınıfa geçtikten sonra dava esastan görüldü, idari Mahkeme beni haklı buldu ve davayı ben kazandım.

Anayasa’da “Kimse dini inancını açıklamakla zorlanamaz” yazıyor

Mahkeme sizi hangi gerekçeyle haklı buldu?

İdare mahkemesi benim talebimi haklı buldu. Benden önce açılmış davalar vardı onlar kaybetmişlerdi. Onlar “Ben aleviyim bu nedenle çocuğum din derslerini almasın” diye dava açmışlardı. Davanızda Aleviyim dediğiniz zaman mahkeme hemen diyanetten görüş istiyor. Diyanet de “Alevilik İslam’ın altında bir koldur” diye cevap veriyor. O zaman mahkeme de “Madem İslam’ın altındasın, o zaman din dersi alacaksın” diyor. Ben dava açarken “Bu okullarda okutulan din dersi benim inancıma uygun değil, çocuğumun zorunlu din derslerine girmesini istemiyorum.” diye dava açtım. Mahkeme bundan dolayı beni haklı buldu.  Mahkeme kararında “Aile inancını söylemedi. Benim inancıma uygun değil, diyor. Anayasanın 10. maddesine göre bizim bu aileye inancını sorma hakkımız yok. Biz aileye inancını soramayız, onun açıklaması yeterli,  uluslararası sözleşmeler Türkiye’deki yasaların üzerindedir. Aile haklıdır çocuk din dersinden muaf tutulsun” diyor.

Anayasa’da “Kimse dini inancını açıklamaya zorlanamaz ”diye, bir madde var. Karar okula tebliğ edildi ve o gün bu gündür oğlum din dersi almıyor.

Davayı kazandığınızda ne hissettiniz?

Davayı kazandığımda özgürlüğü yaşadım, oğlumun benim gibi zorunlu din derslerine girmeyecekti. Dava aslında bir başkaldırının, asimilasyona karşı verilen bir mücadelenin sonucuydu. Zorla başka bir inanç öğretilemeyecekti. Çocuğum asimile olmayacaktı. Bu duygu anlatılamaz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde(AİHM) de zorunlu din dersleri ile ilgili başka bir dava sürüyor. Türkiye’de sizin ile ilgili karar diğer Alevi vatandaşlarımız için örnek teşkil etmesi gerekmiyor mu?

Türkiye’de hukuk yolları kapanmadığı için AİHM’ne gitmeme gerek kalmadı. Çünkü ben davayı Türkiye’de kazandım. Elbette örnek teşkil edecek. Ancak davanın Yargıtay aşaması var, orada kesinleşmesi ve onaylanması gerekiyor.Bu senenin sonuna kadar bitebilir. O zaman örnek teşkil edecek. Benim gibi aynı şekilde aileler dilekçe vererek, o Yargıtay kararını da dilekçelerine ekleyerek çocuklarının zorunlu din derslerinden muaf tutulmalarını isteyebilirler.

Yargıtay’ın Alevilerin lehine olan mahkemenin bu kararını onaylamaması söz konusu olabilir mi?

Olabilir. O da başka bir süreç olur, süreç yeniden başlar. Yargıtay bu sene onaylayabilir, seneye de bu dosyayı görüşebiliriz, diyebilir. Yargıtay onaylarsa AİHM zorunlu din derslerini kaldırmadan Türkiye’de zorunlu din dersleri kalkmış olacak. Anayasaya rağmen zorunlu din derslerinden muaf olacağız. Sonuçta asimilasyona karşı bir dava kazanmış olduk ve bu böyle sonuçlanacak.

Devletin insanlara bir dinin gereğini ezberletme görevi olamaz

Asimilasyona karşı dava kazandığınızı söylüyorsunuz, bunu açar mısınız?
Biz Aleviler tüm inançlara saygılıyız, Sünni kardeşlerimizin inançlarına da saygılıyız. Ama asimilasyon denince ilk aklımıza Sünnileştirme geliyor. Hepimizin ibadethanesi camidir deniyor. Camiye karşı değiliz, cami Sünni kardeşlerimizin ibadet yeri, ama biz Aleviyiz ve ibadet yerimiz cem evleridir. Din dersleri ile ilgili olarak bugünlerde seçmeli mi olsun diye bir tartışma sürüyor. Bir defa din dersi bir dinin inancını üreten, başkasını kendine benzeten ders değil, kültür dersi olmalıdır. İkinci de yine seçmeli olmalı. Şu anda okullarda namazın bütün sureleri ezberlettiriliyor böyle olmamalı. İslam’ı tanıt. Şu yıllarda gelmiştir peygamberi böyledir, esasları şöyledir, deyin. Hıristiyanlığı Budizm’i Aleviliği temel esasları ile tanıt. Din kültürünü dinler kültürünü vermiş olursun, ha bunu da seçmeli yap. Ama sen bunu İslam’ın inancının gereğini ezberletmeye yönelik yaparsan bu olmaz, bu ne demokratik, ne de laiktir. Sen bunu seçmeli de yapsan doğru değil. Devletin insanlara bir dinin gereğini ezberletme görevi ve sorumluluğu olamaz. Bunun adı devlet eliyle Alevileri asimile etmektir.

NATO toplantısında semah dönmeyi reddetmeniz olayını sormak istiyorum…

Amerikan Başkanı Busch’un önünde semah dönmemiz istendi. Bugün dünyanın gözüne baka baka “Irak’ta kitle imha silahı var, kimyasal silahlar var” diye yalan söyleyerek Amerika, İngiltere ve diğer ülkeler Irak’ı işgal ettiler. Filistin’de o günde çocuklar öldürülüyordu bugünde  halen çocuklar öldürülüyor. Savaşın iğrenç yüzü halen hafızalarda ve silinmiyor. 28 Haziran 2004’te İstanbul’da Busch’un önünde semah dönmemiz istendi. Bizi davet ettiler. Savaş varken semah olmaz, dedik, NATO’nun Irak ve Filistin’de olanlar kabul edilemez, diye reddettik. Biz de Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği olarak bunu reddettik. Semah barışın simgesidir, semah ibadetimizdir. Annelerin çocuklarını kaybettiği, acıların yaşandığı, gözyaşların dinmediği kirli savaşta, savaşın aktörleri önünde nasıl semah döneriz? Biz semah dönmedik ama Çırağan’daki programda Mehter Takımı, Mevlevi gösterileri ve Ahmet Özhan yer aldı. Ermeni ve Rum ilahi koroları okundu.. Sizin gazeteniz Milliyet benim başkanı olduğum Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği’nin açıklamasını birinci sayfadan “Savaş varken semah olmaz ”diye verdi. Hatat Amerika’dan bazı gazeteler tepkimizden dolayı gelip bizimle uzun uzun söyleşiler yaptılar.

Bizim köyde herkes Alevi dedesidir

Türkmenlerin yaşadığı Hubyar Sultan Köyü’nü anlatır mısınız?

 Bizim köy Alevi inanç merkezi. Hubyar Ocağının merkezi olan bir köy, bir Türkmen köyü. Oradaki herkes Hubyar’ın evladı olarak kabul edilir ve Dede dir. Yani yeterliliği varsa, taliplerde kabul ediyorsa herkes Alevi dedesidir. O köydeki herkes eğer Dedelik yapma yetkisini kendisinden görüyorsa dededir. Biz üç kardeşiz. Bizim ailede bu görevi ben üstleniyorum. Kenanoğlu Ailesi olarak Tokat’ta Sivas ‘ta ve Yozgat’ta inanç hizmeti verdiğimiz köylerimiz var. Sadece bizim ailemizin hizmetlerini yürüttüğü köyler bunlar. Hubyar Ocağı adına inanç hizmetleri için biz gideriz bu köylere.

Şu anda Hubyar Sultan Dergâhının başında Mustafa Temel var. Onların görevi nedir?

Evet, Mustafa Temel Dede var. Temel Ailesi uzun bir süredir dergâhın görevleri ile ilgileniyor. Onlara bağlı olan, inanç hizmetlerini verdikleri ocak talibi aileler de var.

Hubyar köyü’nde sadece iki aile mi var?

Hayır. İki aile değil. Çok aile var, 38 soyadlı aile var.

Hepsi Hubyar Sultan soyundandır. Hubyar köyündeki her aile aynı özelliklere sahiptir. Onlar da Hubyar evlatlarındandır. Hepsinin Hubyar Ocağı’na bağlı köyleri vardır talibleri vardır. Bunların hepsi gider inanç hizmetlerini yürütürler, hepsi de hizmetlerine sahip insanlardır.
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->

Niye başka aile değil de ,Mustafa Temel ailesi Hubyar Sultan Dergâhıyla ilgileniyor?

Bu konu tartışmalı bir konu. Şu anda bir mahkeme sürüyor

Polemik yaratmadan anlatabilir misiniz?

Tartışmasının içine girmeden anlatayım, Yüzeysel geçeyim polemik yaratmadan yüzeysel anlatmaya çalışayım. 1580’lerde Hubyar Sultan ölüyor, Hubyar öldükten sonra Hubyar Vakfı kuruluyor. Osmanlı’da bütün ülke padişaha ait. Birisine mülkiyet verilecekse oraya vakıf kuruluyor o vakfiye ile birlikte mülkiyet ona veriliyor. Hubyar ın dergâhın olduğu bölge ve onun etrafındaki araziler Hubyar’a vakfediliyor ve vakıf kuruluyor. Vakfın Hubyar’dan sonraki yöneticileri olarak da mütevelli heyeti olarak da Hubyar evlatları gösteriliyor. Hubyar öldükten sonra oğlu Mustafa, ondan sonra da Hubyar’ın üç torunu Kenan, Ali ve Hüseyin vakfın ve dergâhın idaresini yürütüyorlar, kendi aralarında da görev bölümü yapıyorlar. Kenan benim atam, yani soyadını aldığım Kenan yaş olarak büyük olduğu için dergâhta bekliyor. Dergâh postunda bekliyor. Hüseyin aşıklık, Ali dedelik yapıyor. Böyle bir paylaşımla taliplerinin hizmetini görüyorlar.

İnanç hizmetlerini karın tokluğuna yapıyorlar

Bu insanların verdikleri inanç hizmeti karşılığı para alıyorlar mı?

Elbette inanç hizmeti karşılığında aldıkları Hakkullah denilen, gönüllülüğe dayalı insanların gönlünden verdikleri bir para var veya buğday vs. var.  Onun dışında zaten köy çok dağ başı bir yer. Meyve yetişmiyor, sebze yetişmiyor. Ancak küçükbaş hayvancılık yapılıyor. Büyükbaş hayvancılık da ancak sütü için yoğurdu için kendi ihtiyacını karşılamak için yapılıyor. İnanç hizmetlerini karın tokluğuna yapıyorlar.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na bağlılık söz konusu

Hacı Bektaş Veli Dergahı ile ilişkileri nasıl?

Belge ve bilgilere göre Hacı Bektaş Veli Dergâhı’na gidip geliniyor, Bir bağlılık söz konusu, yani o dergâh bütünlüğü içinde Hubyar dergahi da o bütünlük içerisende yer alıyor. 2 Mahmut döneminde dergahlara el koyma fermanı çıkarılıyor, o dönem bütün Alevi dergahların başına ne geliyorsa Hubyar Dergahı’nın da başına o geliyor. Hubyar tekkesi kapatılıyor hatta kısmi yıkıma uğruyor. Ondan sonra bizim köye cami yapılıyor. Bir asker görevlendiriliyor. Ve bizim dedeler dedeliğe gidemez oluyorlar. Yanımızdaki komşu ilçeye ya da beldeye zorunlu olarak Cuma namazları kılmaya götürülüyorlar. Bizim köydeki küçük çocuklar alınıyor, medrese eğitimine tabi tutuluyorlar. Kuran öğretiliyor. 1826 yıllarda oluyor bütün bunlar

Cenazeler Türkçe dualarla kaldırılıyor

Bu söylediklerinizin belgesi var mı?

Bir caminin yapıldığına ve bir askerin yerleştirildiğine dair yazılı belgeyi Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinden çıkarttım. Yani o cami adına vakıf kurmuşlar.  +O dönemde zorunlu olarak inançsal asimilasyona giriyoruz. Cenazeler kuranla yani şeriat usüllerine göre kaldırılıyor. Ondan önce dedelerimiz cenazeleri Türkçe dualarla kaldırılıyor. Bugün bunu hatırlayan yaşlılarımız var. Osmanlının baskısından dolayı, Hubyar dedeleri dergah gözetim olduğu için inanç hizmetlerini veremiyor, inanç hizmeti alan taliplerde dergaha gelemiyor. O dönemler Tokat Zile Acısu köyünde bulunan Veli Sofu Babayı bütün Hubyar taliplerinin hizmetlerini yapması için görevlendiriyorlar. Çünkü Hubyar dedeleri kımıldayamıyorlar. Böyle bir fiili durum yaratıyorlar ve fiili olarak dergahı Tokat Zile Acısu köyüne taşıyorlar.1855–1860 a kadar bu süreç devam ediyor. O dönemde Osmanlı da bir yumuşama oluyor, dergâh yeniden toparlanmaya başlıyor. Bugünkü Mustafa Temel’in dedesinin dedesi, Hıdır Baba diyorlar ona. Bütün dedelerin desteğiyle bilgi birikimi ve aklı ile öne çıkan Hıdır Baba’yı görevlendiriyorlar ve dergâh yeniden açılıyor.

Posta bir Ana oturuyor

Yani şu anda Hubyar Sultan Dergahı’nın başında olan, AABF 2. Başkanı Hıdır Temel’in babası Mustafa Temel’in dedeleri mi görevlendiriliyor?

Evet. Bu arada Hubyar Ocağı ikiye bölünüyor. Babagan kolu oluşuyor. Dede kolunun yanında bir de Babagan kolu oluşuyor. Önceleri dedelere bağlı olarak hizmet yürüten Veli Baba bağımsızlığını ilan ediyor. Ayrılma nedeni o dönem asimilasyonu kabullenenlere karşı çıkması. Yani caminin zorla yaptırılmasıyla birlikte Alevilerin asimilasyonu gündeme geliyor. Veli Baba öncülüğündeki Babagan kolu devletin müdahalesiyle Hubyar’ın evlatlarının Hubyar’ın yolundan çıktıklarını söylüyor, Hubyar “Benim belimden değil, yolumdan gelen evladımdır” sözünü de anlatarak bundan sonra ben yürüteceğim, diyor. Bu sözü aslında Hacı Bektaş Veli için de söylerler, bizim orada Hubyar için de. Yani talip köyleri tamamen Veli Sofu Baba’ya bağlanıyor. Veli baba öldükten sonra karısı Anşa Bacı posta oturuyor ve Acısu’da dergah oluşturuluyor. Yani posta bir ana oturuyor. Bu ocağa da Anşa Bacılar Ocağı deniliyor. Alan araştırmalarım esnasında o köylere çok gittim, bugün bizlere “Biz Hubyar’ın yolunu yürütüyoruz, Siz Hubyar’ın yolunu yürütmüyorsunuz, siz döndünüz” diyorlar.

Cenazeyi yorgan ve döşekle gömerler

Anşa Bacı dediğiniz bir kadın ve bir anlamda inanç önderi olmuyor mu?

Evet, inanç önderi oluyor. Anşa Bacı Ocağı’nda günümüzde, örneğin cenazelerde Türkçe dua okunur, Arapça dua okunmaz. Ve hala yatak, yorgan ve döşekle cenazeyi gömerler. Çok otantik alevi inancını hala uygularlar ve çok baskı altındadırlar. Cenazelerini gece kaldırırlar, birisi görmesin, diye, şikayet etmesin, diye. Bir sürü şikâyete maruz kalmışlar bundan dolayı. Sivas’ın Esenlik köyü böyle bir köy.
<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->Cenazelerin yorganla gömülmesi Türkmenlerden gelen gelenek değil mi?
Tabii doğru, bir Türkmen boyu zaten .. Bu Beydili’ne bağlı Sıraç Türkmenleri diyorlar. Bizlerde Türk meniz. Ona itiraz yok. Hala onlar o gelenekleri devam ettirirler ama ciddi olarak bir baskı altındalar.

Bu arada Hubyar Sultan Dergahı ne oluyor?

Hıdır Baba dergâhı toparlamakla görevlendiriliyor aile tarafından. Tekke yeniden açılıyor. Bu arada Cami 1800’lerin sonuna doğru kendiliğinden yıkılıyor. Hubyar dedelerinin çoğu bugün kuranı ağızlarından düşürmezler. Böyle maalesef durum, asimilasyonun sonuçları bu gelişme. Cemi kuranla yapmıyorlar ama cenaze işlemleri şeriat usulünde nasıl kalkıyorsa öyle kalkıyor. O asimilasyon sürecinden etkilenilmiş içselleşmiş kabullenilmiş şu anda. Geçmişte dergahın başına getirilen Hıdır Baba kendisi dönemin Sivas temsilcisine yani şeyhülislamına giderek “ Hubyar köyünde tekke var, ben tekkenin bekçisiyim, bu tekkenin resmi bakıcısı unvanı istiyorum” diye  bir belge istiyor.. İlkönce bu talebi kabul etmiyorlar, daha sonra kendisine Osmanlı belgesi tekke bakıcılığı belgesi veriliyor. Hıdır Baba, Osmanlının zulmünden çıkmış Hubyar köylüsünün karşısına Osmanlı’nın yetkilisi olarak çıkıyor ve “Burası artık benim, ben Osmanlı’nın yetkilisiyim, işte de belgem,” diyor. Yani dedelerin razılıklı oturuluşunu Osmanlının görevi ile kalıcı hale getiriyor. Arkasından kendisi ölmeden yaşlanınca aynı şeyi yetki belgesini oğluna çıkarttırıyor. O belge de var bizde. Oğlu Mustafa da Osmanlı Şeyhülislamının bir görevlisi olarak görev yapıyor.

Hubyarlılar onaylamasa bugüne nasıl gelinsin?

Çünkü Osmanlının zulmünü çekmiş bir toplumun karşısına siz Osmanlının yetkilisi olarak karşılarına çıkıyorsunuz. Devletin otoritesini ve gücünü arkanıza alarak oraya oturduğunuz zaman sonucu siz değerlendirin.1923’de Cumhuriyet ilan edildikten, 1925’de a tekke ve zaviyeler yasası çıktıktan sonra bu tür belgeler geçersiz sayılıyor. Bizim tekkeye, dergâha da o zaman kilit vuruluyor, mühür vuruluyor. İnsanlar o dönem pencereden girip ziyaret edip dışarı çıkıyorlar. Bugünkü Mustafa Dede’nin babası Şeyh Mehmet dergâhın postunda oturuyor fiili olarak. Resmi olarak Cumhuriyet karşısında herhangi bir görev ve yetkisi yok. 1950 li yıllarda dönemin DP Milletvekili Refik Özden o zamanki Şeyh Mehmet’e “ Git dergâhını aç, türbeni aç, ben arkanızdayım, parti arkanızda, hiç sıkıntı yok” diyor. Bizim orada oylar DP ye gidiyor tabi o dönem. Dergâhın kilidi çıkartılıyor. Şeyh Mehmet de o dönem DP arkamda düşüncesiyle dergâhın tamiratını yaptırıp hizmete açıyor. Temel ailesi hep DP ve DYP geleneğinden gelen bir yapı içinde olmuştur. Sadece Hıdır Temel bu ailede solcu bir kişi olarak çıkmıştır. Onun dışında aile tamamen sağcıdır. Bizim köyde hiçbir zaman sola oy vermemişler ve insanlara da verdirtmemişlerdir.

Cumhuriyetli birlikte Aleviler rahat bir nefes aldıkları sürekli dile getirilir…

On yıl kadar Türkiye’de kalmış bir Amerikalı araştırmacı vardı. Sanıyorum ismi John. Nicholes Aleviler üzerine araştırma yapmış. Araştırmacı “ Cem evlerini geziyorum, Atatürk sanki 13. İmam.12 İmam ve yanında mutlaka Atatürk’ün resmi. Alevilerde Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e bir sahiplenme var. Alevilerde böyle bir sahiplenme var. Bana göre Atatürk Cumhuriyetin kurucusu, Anadolu’da insanların birlikteliğini oluşturarak Emperyalizme karşı mücadele etmiş, Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş son derece önemli bir önder. Mustafa Kemal Atatürk’ü o günün koşullarına göre değerlendirmeli. Bugüne gelelim. Ben Türküm ama mutlu değilim, ben Türkmen kökenli bir Aleviyim ama mutlu değilim.  Ben demokrasiden yoksun,  laiklikten yoksun, insan haklarından yoksun Aleviliğe böyle bakış açısının olduğu bir ülkede nasıl mutlu olayım. Benim Türk olmam mutlu olmamı gerektirmiyor ki. Atatürk o zamanlar aşağılanan bir toplumdan ulus yaratmaya çalışıyordu. Biz Aleviler Mustafa Kemal Atatürk’ü destekledik, Cumhuriyetin kuruluşun harcına katkı sunduk.

Bir araya gelmeye hazırım

Hubyar Sultan Köyüne dönelim. Kimin haklı olup olmaması bir tarafa, neden aranızda anlaşamıyorsunuz? Mahkemeye gerek var mı?

Aslında bizim öğretimizde mahkemeye gerek olmaz. Sizden bir ricam var. Ben AABF 2. Başkanı Hıdır Temel ile Almanya ve Türkiye federasyon yöneticilerinin katıldığı inanç kurullarımızın olduğu aynı masada bir araya gelmeye ve konuşmaya her zaman hazırım. Bu çağrıyı hem yazılı hem sözlü defalarca yaptım. Bu gizli bir şey değil. Sadece ben anlatırsam kendimi haklı çıkararak anlatabilirim. Masada herkes olsun ben hazırım. Ayrıca köyde itirazlarda var. Temel ailesi “ Hubyar Sultan Dergâhını Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden 90 yıllığına kiraladık, artık bizim” diyor.

Biz hukuki davayı kazansak da bunun bir özüm olmadığını biliyoruz. Burada çözüm o köyde yaşayan insanların bütünlük halinde mutabakat halinde sorunu çözmeleridir. Davayı kazanmak sorunu çözmeyecek. Burada sorun mülkiyet sorununa dönüştü. Bizde bununla ilgili olarak açmış olduğumuz bir dava yok şikâyet yok, konuşalım birlikte bir çözüm yolu bulalım. Hubyar köyündeki insanların hepsi hubyarın evlatlarıdır. Kimse oradaki araziyi, tekkeyi ya da dergâhı bir şahsın kullanımını kabul etmez. Burada en büyük hatayı Alevi örgütleri taraf olarak yaptı. Alevi örgütleri tarafsız olup sorunun çözümüne yönelik yoğunlaşmak yerine, arkadaşlarından yana tavır sergilediler.Düşman değiliz aynı evladın çocuklarıyız. Bu köyde biz hep birlikte yaşayacağız.

Mahkemeye davayı kim açtı?

Bizden kimse dava açmadı. Mustafa Temel Dede tarafından Hubyar köyü muhtarlığı aleyhine Almus Adliyesinde açılmış bir dava var.  Bu davada türbenin de içinde bulunduğu yaklaşık 1500–2000 metrekarelik alanın tapusunu şahıslarına istiyorlar, burası bizimdir, diyorlar, dava yürüyor, tapuyu üzerlerine almak için. Hubyar köylüleri de “ Mustafa Temel dedeliği yapsın, bir vakıf kuralım, Hubyar Sultan Dergâhı’nın geliri gideri bu vakıf altında yürüsün, biz dedeler olarak da hizmet veriyoruz” diyorlar. Hubyar Köyünde bugün 40 tane dede var,

Vali Nasuhbeyoğlu aracı oldu

Sizleri bir araya getirmek için hiç bir girişim olmadı mı?

Oldu. 2005 yılıydı sanıyorum. O zaman Tokat Valisi Ayhan Nasuhbeyoğlu beni aradı. Kendisi Tokat’ın tanınmış yerleşik sayılı ailelerindendir. Herkesle görüşmüş, Mustafa Temel Dedeyi de tanıyor.. Sonra beni arayarak “ Bir vakıf kurun, kurulacak vakfa bütün aileleri davet edin ve bütün aileleri temsil eden bir vakıf oluşturun, ben de oranın idaresini size vereyim, böylelikle elinizde kalmış olur” dedi. Çok güzel bir çözüm. Bütün soy adlara mensup ailelere davet yapıldı, Temel ailesi de dahil olmak üzere. Temel ailesi vakfın kuruluşuna katılmadı. Sonuçta onların açtığı dava mahkemede sürüyor.

Aleviler İslam içi-İslam dışı tartışmasından zarar gördü

Aleviliğin İslam ile ilişkileri konusunda farklı yorumlar var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Bu tartışma ciddi anlamda sıkıntılı bir tartışma. Alevilik islam ici midir dışı mıdır tartışmasından aleviler ciddi anlamda zarar gördü. Alevilik islam kökenli bir inanç değildir ama islami bir takım unsurlar ritüeller içerir. İslam deyince Taliban akla geliyorsa, İslam deyince El-Kaide akla geliyorsa,  biz İslam değiliz. İslam’ın içindeki bütün mezheplerin, tarikatların ortak ve olmazsa olmazları camidir, namazdır, Ramazan orucudur. Biz Alevilerin ibadet yeri cami değil, cem evidir. Biz namaz kılmayız. Aleviler Ramazanda oruç tutmazlar. Camiye, kiliseye, sinagoga ibadet yerlerine ve farklı inançlara saygılı olmak başka onlar gibi olmak başka. Biz onlara tabi değiliz.

Alevilik İslam’ın kendine özgü bir yorumudur demeyi ben kabul etmiyorum kendi adıma.

Alevilik kendine özgü bir inançtır, bunun içerisinde İslami unsurlar vardır tabi.

İnsanlar inançlarını kendileri finanse etmeli.

Aleviler ne istiyor?

Aleviler Türkiye’nin tam demokratik ve laik bir ülke olmasını istiyor.

Tam demokratik ve laik bir ülke olduğunuz zaman Alevilerin özelde istedikleri hepsi zaten sağlanmış olur. Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı olur mu? Avrupa’nın hangi ülkesinde böyle bir kurum var. Bir taraftan laik bir ülkeyiz diyeceksiniz, diğer taraftan cami imamları, hocaları devletin memuru olacak,  bu laikliğe de aykırı demokrasiye de aykırı. Siz insanlardan vergi toplayacaksınız. Bu vergi ile birlikte bir inancı finanse edeceksiniz. Aleviliği de finanse etseniz fark etmez,  bu demokrasiye uygun değil laikliğe uygun değil. Çıkıyor bazıları alevi dedelerine maaş verilsin. Hayır, efendim,  dedelere maaş verilmesin, hocalara da maaş verilmesin, camilere de para verilmesin. O zaman sen demokrasi ve laikliği sağlayamazsın. Alevilerin bu ülkedeki talebi de tam demokrasi ve gerçek laikliktir. Bu olmalı. Yani benim işime gelen değil. Cemevleri için de aynı şey geçerli. Cemevleri de kiliseye havraya camiye yasal olarak nasıl bir muamele yapılıyorsa cemevlerine de böyle bir muamele yapılmalı. Ama maddi yardım değil, bakın para aktarımı değil. Çünkü insanlar inançlarını kendileri finanse etmeli. Bu inananın özelindeki bir şeydir. Kimse kimsenin inancını finanse etmemeli bu inancın doğasına aykırı bir şeydir. Benim inancımı ayakta tutmak benim görevimdir. Ben camiye inanmıyorsam, ben unu ayakta tutmak için niye para harcayayımki. O da cemevine inanmıyorsa cemevini ayakta tutmak için para harcamamalı. Zorunlu din dersleri ile ilgili olarak da dediğim gibi bu din dersleri önce kültür dersleri haline getirilmeli.

Siyasete müdahale tartışması ayrışmaya yol açtı

Alevilerin seçim öncesi  siyasete müdahale edeceğiz diye başladıkları ve  bugüne gelen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aleviler bu seçimde en vasat dönemlerini yaşadılar. Biz ABF ye bağlı bir kurumuz. ABF de genel başkan yardımcılığı yaptım. Halen de oranın içindeyim, yönetimde değil, ama delegesiyim. ABF de yanlış tutum sergiledi. ABF deki ayrışmada zaten bundan kaynaklı idi, yani bu siyasete müdahale tartışması ayrışmaya yol açtı. Şöyle bir sıkıntı var. Avrupa’daki arkadaşlar Türkiye’deki Alevileri yönlendirmeyi ve yönetmeyi kendilerine hedef olarak belirlemişler ve bu anlamda da Türkiyedeki kurumlaara müdahale ediyorlar. Herhalde kendileri bir tatminsizlik noktasına gelmişler ki,  yani bütün kurumları ellerinde tutmaktan kaynaklı olarak, hedef kalmamış belki onlar için. İşi bu geçtiğimiz dönemde siyasete dönüştürdüler. Hani biz Alevilikte istediğimiz noktaya geldik, bundan sonra siyasette hedef koyacağız gibisinden bir içgüdüyle olsa gerek.

Bu seçimlerde Aleviler ciddi anlamda hüsrana uğradılar

Alevilerin parlamentoda temsil edilmesi size göre yanlış mı?

Avrupa’dan kaynaklı olarak bir siyasete müdahale söylemi oluştu. Ben o dönem Türkiye ABF 2.Başkanıydım. Bu siyasete müdahale nasıl olacak, bunu toplum nasıl görecek, biz bu süreçte yol haritamız ne olacak? Bunları belirlemeden böyle bir şeyi yanlış bulduk. Bizim bunu yanlış bulduğumuzu gören arkadaşlar federasyon içinde ayrışmaya gittiler ve biz üç oy ile tasfiye edildik, Bu üç oyla tasfiye sonrasında arkadaşlar işbaşına geçtiler ve siyasete müdahale projesini uygulatmaya başladılar. Siyasete müdahale noktasında öyle bir noktaya geldiler ki siyasi partilerle pazarlık noktasına geldiler. Biz arkadaşlara milletvekili adaylarının Avrupa’da isimlerinin belirlendiğini söyledik. Amaç bu isimleri meclise sokmak amaç bu isimelri bir partiden milletvekili yapmak. Sonuç bizi haklı çıkarttı. İsmi sayılan bu arkadaşların içerisine Türkiye’de bir iki arkadaşın isminin de eklenmesi ile CHP den aday adaylığı müracaatı geldi. Süreç o noktada bizi haklı çıkarttı. Haklı olduğumuz bir nokta da siyasete böyle bir müdahale olamayacağıydı. Aleviler zaten siyasetin içersinde, hiçbirimiz siyasetin dışında değiliz ama siyasette etkin olmanın yolu yöntemi vardır. Demokrasilerde bizim gibi gruplar lobicilik yapar. Toplum faaliyetleri yürütürken,  partilerle temas halinde olursunuz, oralardan sizin belirleyeceğiniz insanların aday gösterilmesini sağlayabilirsiniz ya da fikirlerinizin oralarda kabul görmesini sağlayabilirsiniz. Biz örgütüz biz güçlüyüz biz aleviyiz şu adamlarımızı milletvekili adayı gösterin şeklinde olduğu zaman böyle sonuçla karşılaşırsınız. Bu seçimlerde Aleviler ciddi anlamda hüsrana uğradılar. Ama maalesef bu arkadaşların adaylıkları kabul bile edilmedi, Sonuç topluma mal edildi. Gazetelerde “Aleviler parlamentoda temsil ediliyorlar” diye değil, “Aleviler reddedildi”  diye yazdı. Sonuç hüsranla bitti.

Size göre ne olmalıydı?

Alevi hareketi sol hareketle bütünleşmediği, sivil toplum kuruluşlarıyla, demokratik kitle örgütleriyle birlikte, demokratik partilerle yandaş ve yoldaş olamadığı sürece bir sonuç elde edemez. Bu anlamda aleviler sol oluşumlar içinde yer almalı, ama kurumlar olarak değil. Ben Ali Kenanoğlu olarak yer alacaksam önce kurumdan ayrılmam gerekir. Ben kurumun başında iken aday adayı olup ya da siyasetin bir yerinde yer almak kurumları küçültüyor, kurumların partiler üstü çizgisi olması önünde engeller teşkil ediyor. Ama bakıyoruz kurumun başındaki arkadaş gidiyor, bir partiden aday adayı oluyor. O zaman senin temsil ettiğin bütün kurumu, o partinin altına soktun demektir. Onunu ağırlığı o kadar olmuş olur. Bu değil. Sen o kurumdan ayrılırsın kurumun onayını alırsın, karar öyle verilir. Bundan sonra arkadaşlar giderler parti içersinde çalışma içinde bulunurlar siz de onları desteklerseniz, dışarıdan kurumsal yapı içinde. Böylelikle bir sonuç elde edebilirsiniz.

Cumhuriyetimi cumhuriyet yapan demokrasidir.

Bu süreçte CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’nin tarzı, tavrı ve tutumu Aleviler için uygun tavır ve tutum değil. Sadece Alevi milletvekillerine yer vermedi anlamında söylemiyorum. Demokrasiye laikliğe bakış açısıyla da öyle.

 CHP yi şu andaki çizgisiyle Alevilere uygun bir parti olarak da görmüyorum. Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın laiklik, Türkiye laiktir laik kalacak ve laiklik elden gidiyor sloganları Aleviler için çözüm değil.  Mesele Cumhuriyet ise İran da Cumhuriyet. Kimse İranda cumhuriyet olmadığını söyleyebilir mi? İngiltere de krallık. Biz cumhuriyet deyip İran’a mı sarılalım, krallık deyip İngiltere’ye mi sarsılalım? Yani mesele senin cumhuriyetin ile onların cumhuriyeti arasındaki fark..Benim cumhuriyetimi cumhuriyet yapan demokrasidir. İngiltere’deki krallığı güzelleştiren demokrasidir. Demokrasi ile bütünleşmeden o cumhuriyet benim cumhuriyetim olamaz. O zaman İran’daki cumhuriyete döner, adı cumhuriyet olur. CHP’nin bu süreçte demokrasiden yara bir sıkıntısı olmadı. Demokrasinin gerekleri noktasında tartışması olmadı. 301 e itiraz etmedi tam tersi savundu. Aleviler tam demokrasi ve gerçek laikliği savunan bir sol oluşum içerisinde destek vermeliler.

Bana MHP’li dediler

Sizin siyasal tercihiniz ne olurdu?

İlginçtir, Avrupa’da ki Alevi Toplumu içinde ülkücü milliyetçi MHP’li tavrım olduğu anlatılmış. Bunu arkadaşlardan bana iletenler oldu. Fakat ben her zaman soldan yana durdum. Tavrım ve davranışlarım uygulamalarım çok açık bir şekilde göstergesidir. Örneğin ben yöneticisi olduğum sitede yeşil alana cami yapılmasına müsaade etmediğim için ülkü ocakları tarafından tehdit edildim. Alevilerin dışında hiçbir siyasal parti içinde çalışmam olmadı. Ama bakış açım duruşum siyasi tercihlerim hep soldan yana olmuştur. Soldan yana derken kendini sol gösterip te etnik köken anlamıyla milliyetçilik yapan soldan yana değil, gerçekten sol değerleri savunan soldan yana olmuşumdur
<!--[endif]-->

Şu andaki alevi örgütlerinin durumu nedir?

Alevi kurum kuruluşları bu secimde ciddi anlamda itibar kaybetti. Ciddi anlamda da toplumun nezdinde de teslimiyet anlamında da çok yıprandı.  Anadolu’da etkinliklere davet ediliyoruz, konuşmacı olarak, katılımcı olarak, alevi camiasının insanları ile sohbetimiz tabandaki insanlarla sohbetimiz oluyor. Hepsinin söylediği ortak nokta şu: Bu seçimlerde çok tutarsız davranıldı ve bu seçimlerde özellikle Alevi temsilcileri itibar kaybettirdi, diyorlar. Alevi yöneticilerinden“CHP’yi destekliyoruz, CHP’den aday olanları destekliyoruz ve Alevilerin desteklediği bir aday belirlenmemiştir” gibi üç farklı açıklama yapılıyor. Burada tutarlılık nerede? İnsanlarımız bize bunu soruyor.

Alevi toplumu bütünleşmeli

Son söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu toplumun maceraya ihtiyacı yok. Bu toplumu maceraya sürüklemenin ayakları yere basmayan projeler peşinde koşturtmanın anlamı yok. Alevilerin bilinen hak mücadelesi sürmeli. Alevi toplumu bütünleşmeli ve tek yürek olmalı. Bu süreci kendi içimizde başlatmalıyız. Kendi içinde bütünlüğü sağlayamayanlar, nasıl Türkiye’nin geleceğine ilişkin politikalar üretebilirler?

Türkiye’de verilen demokrasi mücadelesi içinde Aleviler de yer almalı. Seçim sürecinde Alevileri bu kadar hüsrana uğratan kişilerin bu kurumlardan ayrılması gerekir. Sorun güven tazeleme sorunudur.

 

Alevilikte Inanç - Seyyid Hakkı sayfamızı önerelim ve yönlendirelim. * YouTube, Alevilikte inanç-Seyyid Hakkı kanalımız: https://www.youtube.com/user/YediDeryaSohbeti62 * YouTube, Hakk Dergahı TV kanalımız: https://www.youtube.com/@hakkdergahitv8618 * Facebook, Hakk Dergahı muhabbet grubumuz: https://www.facebook.com/groups/244039227002241 * Fcebook, Hakk Dergahı Ilim Irşad sayfamız; https://www.facebook.com/profile.php?id=100057353323519 * WEB sayfamız, Alevilikte Inanç-Seyyid Hakkı; https://www.alevilikte-inanc.de/ * Facebook, Seyyid Hakkı özel sayfamız; https://www.facebook.com/SeyyidHakkiAL/ Aşk ile Canlar...